10 Şubat 2014 Pazartesi

Yenilmez Savaşçı Bozkurt Kül-Tigin

 M.S 710 Göktürk budusunun doğusunda isyanlar başlamış,isyancılar yakın çevresindeki kavimleri de kışkırtarak güçlü bir ordu kurmuştu.
İsyancılar Bilge Kağan'a bir elçi yolladılar.Elçi Bilge Kağan'a bunları iletti;
("Güçlü bir ordu kurduk.Bizim bulunduğumuz toprakları bize iade ederseniz üstünüze yürümekten vzageçeriz.")

Herhangi bir milletin hükümdarına yazılmış mektup değildi bu...Türk'ün Başbuğu'na Göktürk Kağanı'na yazılmıştı.
Göktürk başbuğunun düşmandan korkup da toprak verdiği ne görülmüş,ne de duyulmuş bir şeydi.
Toprak anadır,atadır,namustur,töredir.Türk toprak vermez alırdı! 
Mektup cevapsız kalmadı,yazdırdı Bilge Kağan bir satırlık mektup;
Şöyle dedi;

"Bir bak tarihe,Türk'e baş kaldıranların sonu ne olmuş!"

Yolladılar elçiyi versin mektubu diye,açıp okundu mektup ve buz kesildi isyancıların otağı.
Bilge Kağan'ın tek satırlık mektubu isyancıları isyandan vazgeçirecek noktaya getirmişti,lakin o kadar hazırlıktan sonra geri dönmek de olmazdı.
Mektuptan 2 hafta sonra Sanga dağının eteklerinde,bozkırın büyüleyici yeşil zemini üzerinde Göktürkler ile isyancılar karşı karşıya geldiler,sayıları hemen hemen aynıydı.7 bin Göktürk'lü 9 bin isyancıya karşı.
Başka bölgelerden de devamlı isyan çıkarıp buduna akın edildiğinden,Bilge Kağan ordunun tamamını getirmemişti muharebeye.
Kül-Tiğin ak tenli atı ile Kağan'ın sağında duruyordu,buyruk verildiğinde düşmana atıyla ilk koşan oydu, ok fırlattığında her seferinde sadağından ok almak zorunda olmasın diye 5'er 5'er alıyordu.
3 saniyede bir ok atıyor,her fırlattığı ok bir isyancıya saplanıyordu.
Sadağında ok kalmadığı zaman, uçmağa varan erlerin sadaklarını toplayıp oklamaya devam ediyordu.
Atı yaralandığında,atından inip, isyancıların atlarını palası ile yaralardı.
Düşen atların üstündeki erleri ise tamuya yollamak zor olmuyordu Kül-Tiğin için.
Ok atmadaki ustalığı kılıç kullanmada da vardı,her türlü pusatı ustaca kullanırdı Tiğin.
Fazla sürmedi savaş.
Göktürkler'in mutlak galibiyeti ile sonuçlandı.Buduna geri dönülmedi ve muharebeye yakın bir yerde çadırlar kuruldu.
Kül-Tiğin,savaş sırasında kaybettiği sadağını bulmak için geri döndü savaş meydanına.
Savaştan sağ kalan 9 isyancı ile karşılaştı Kül-Tiğin.
Yayı,oku yoktu yanında. Palasını da almamıştı yanına.
Yanında pusat olarak sadece bir hançeri vardı ancak korkmadı Tiğin; çünkü kaplandı,bozkurttu o...
Atladı birinin üzerine sapladı hançeri kalbine. Bahadırdı, yiğitti Kül-Tiğin.
Tanrı'nın verdiği güç ile 1-2-3-4-5 demeden 9'unuda yolladı tamuya Kül-Tiğin.
İstemi Kağan'ın torunu,Kutluk Kağan'ın oğlu,Bilge Kağan'ın kardeşi, Aşina soyunun Göktür Devleti'nin Prensiydi Kül-Tiğin.
Bilge Kağan'dan sadece bir yaş küçüktü. O düşmanların oyununa gelmedi, abisi Bilge Kağan'ı tahtan indirip yerine geçmeyi hiçbir zaman düşünmedi.
Türk'ü Türk'e kırdırma siyaseti Kül-Tiğin' işlemedi. O sadece Türk yok olmasın diye, Türkü yüceltmek için, Türkü yaşatmak için vardı. Savaştı,savaştı ve yine savaştı...Her şey milleti için.
Çin kaynaklarında onu "Yenilmez Savaşçı" olarak gösterdiler.

Orhun kitabelerinde de Kül-Tiğin'in elinde bir hançerle kaplan gibi atılarak 9 düşmanı biçtiğini anlatır.İslam kaynaklarında da övgüyle bahsedilen ilk Türk komutanı oldu ve batıda ("Kürteğin/Gürtegin")adıyla zikredildi...

9 Şubat 2014 Pazar

ORHUN KİTABELERİ VE GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ


Orhun Abideleri Yazıtları

orhun yazıtları, Göktürk İmparatorluğu'nun ünlü hükümdarı Bilge Kağan devrinden kalma altı adet yazılı dikilitaştır. Moğolistan'ın kuzeyinde, Baykal gölününü güneyinde, Orhun ırmağı vadisindeki Koşo Saydam Gölüyakınlarındadır. Bu yazıtlardan Köl Tigin ve Bilge Kağan yazıtları, Koçho Tsaydam bölgesindeki Orhun Irmağı civarında; Bilge Tonyukuk yazıtları ise, Köl Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarından yaklaşık 360 km uzakta, Tola Irmağı'nın yukarı yatağındaki Bayn Tsokto (Bayn Çokto) bölgesindedir. Bilge Tonyukuk yazıtlarının, (Orhun Irmağı civarında olmamasına rağmen), Orhun yazıtlarıyla birlikte düşünülmesi, anılması Köl Tigin ve Bilge Kağan yazıtları ile aynı döneme ait olması ve aynı konuları içermesindendir. Yazıtlar Türk dili, tarihi, edebiyatı, sanatı, töresi hakkında önemli bilgiler vermektedirler. Türk ve Türkçe adı, ilk kez Doğu Göktürkler dönemine ait bu yazıtlarda geçmektedir.
Yazıtların üçü çok önemlidir. İki taştan oluşan Tonyukuk 716, Köl Tigin (Kültigin) 732, Bilge Kağan 735 yılındadikilmiştir. Köl Tigin yazıtı, Bilge Kağan'ın ağzından yazılmıştır. Kültigin, Bilge Kağan'ın kardeşi, buyrukçu ihtiyar Tonyukuk ise veziridir. Anıtların olduğu yerde yalnızca dikilitaşlar değil, yüzlerce heykel, balbal, şehir harabeleri, taş yollar, Su kanalları, koç ve kaplumbağa heykelleri, sunak taşları bulunmuştur.
orhun abideleri'ni ilk kez 1889 yılında Rus tarihçi Yardintsev bulmuştur. 1890'da bir Fin heyeti, 1891'de de bir Rus heyeti burada incelemelerde bulunmuştur. Bu heyetler yazıları çözememişlerdir. Fakat 1893 yılında Danimarkalı bilgin Vilhelm Thomsen, 38 harfli alfabeyi çözerek yazıtları okumayı başarmıştır. Alfabenin dördü sesli, dördü sessiz harften oluşur. Yazıda harfler birbirine birleştirilmez, kelimeler de birbirlerinden iki nokta üstüste konularak ayrılır. Sağdan sola ve yukarıdan aşağıya yazılır. Orhun abidelerinde yazılar yukarıdan aşağıya yazılmış ve sağdan sola doğru istiflenmiştir.
Kültigin Anıtı:
3,35 metre yükseklikte, kireçtaşından yapılmış ve dört cephelidir. Doğu-batı cephelerinin genişliği aşağıda 132, yukarıda 122 santimetredir. Kuzey-güney cepheleri de aşağıda 46, yukarıda 44 santimetredir. Üst kısım kemer şeklinde ve yukarıda beş kenarlı olarak bitmektedir. Anıttaki satırların uzunluğu 235 santimetredir. Yazıtın doğu yüzünde 40; güney ve kuzey yüzlerinde 13'er satır Göktürk harfli Türkçe metin vardır. Batı yüzünde ise, devrin Tang İmparatoru'nun Köl Tigin'in ölümü dolayısıyla gönderdiği Çince mesajına yer verilmiştir. Batı yüzde Çince yazılar dışında yazıta sonradan eklenmiş Göktürk harfli iki satır bulunmaktadır. Yazıtın kuzeydoğu, güneydoğu, güneybatı yüzlerinde de (pahlarda) Göktürk harfli Türkçe metinler mevcuttur. Kültigin yazıtında Göktürk tarihine ait olaylar, Bilge Kağan'ın ağzından nakledilerek birlik, bütünlük mesajı verilir. Yazıtın doğu, kuzey ve güney yüzlerinin yazıcısı, Yollug Tigin, batı yüzünün yazıcısı ise, Tang İmparatoru Hiuan Tsong'ın yeğeni Çang Sengün'dür. Köl Tigin yazıtının doğu yüzünde, bütün Türk boylarının ortak damgası olduğu sanılan dağ keçisi damgasına; doğuya ve batıya bakan "tepelik" kısımlarında ise, kurttan süt emen çocuk tasvirlerine yer verilmiştir. Yazıt, geçen yaklaşık 1300 yıllık süreç içinde önemli ölçüde tahrip olmuştur. Zira yazıtın doğu ile kuzey yüzlerini birleştiren kısım yıldırım düşmesi sonucunda parçalanmıştır. Orijinalinde kaplumbağa kaide üzerinde bulunan yazıt, bu kaidenin de parçalanması üzerine 1911 yılında, sunak taşından kesilen granit bir blok üzerine oturtulmuştur

Bilge Kağan Anıtı:
Kültigin Anıtının bir kilometre uzağındadır. 734 yılında ölen Bilge Kağan adına oğlu Tenri Kağan tarafından yaptırılan bu anıt 735 yılında dikilmiştir. Yazıtta Bilge Kağan'ın ağzından devletin nasıl büyüdüğü anlatılmakta ve Kültigin'in ölümünden sonraki olaylar ilave edilmektedir. Ayrıca kağanın konuşmasından başka yeğeni Yuluğ Tigin'in kayıtları da yer almaktadır. Yaklaşık 3,75 metre yüksekliğinde olan yazıt, dört cephelidir. Yazıtın doğu yüzünde 41, kuzey ve güney yüzlerinde 15'er satır Göktürk harfli Türkçe metin bulunmaktadır. Batı yüzünde ise, (Köl Tigin yazıtında olduğu gibi), Çince bir metne yer verilmiştir. Batı yüzün tepelik kısmının ortalarına da Göktürk harfli Türkçe manzum metin yazılmıştır. Yazıtın güneydoğu, güneybatı ve batı yüzlerinde de (pahlarda) Göktürk harfli Türkçe küçük metinler bulunmaktadır. Yazıtta olayları nakleden, öğütler veren Bilge Kağan'dır. Yazıta Köl Tigin'in ölümünden sonraki olaylar da ilave edilmiştir.

Tonyukuk Anıtı:
Tonyukuk anıtı dört cepheli iki dikilitaş halindedir. Yazılar, diğer taşlara göre daha silik durumdadır. Tonyukuk, Bilge Kağan'ın babası İlteriş Kağan'ın amcası Kapgan Kağan'ın ve Bilge Kağan'ın baş bilicisi yani başveziri idi. Bu anıtı ihtiyarlık devrinde kendisi diktirmiştir ve yazılar da kendisine aittir. Taşlarda Göktürklerin Çin esaretinden nasıl kurtulduğu, kurtuluş savaşının nasıl yapıldığı ve Tonyukuk'un neler yaptığı anlatılır. Birinci yazıt, 243 cm; ikinci yazıt ise, 217 cm yüksekliğindedir. Birinci yazıtta 35, ikinci yazıtta 27 satır Göktürk harfli Türkçe metin bulunmaktadır

TONYUKUK YAZITI

BİRİNCİ TAŞ (Batı Cephesi)

Ben Bilge Tonyukuk'um. Çin ülkesinde doğdum. Türk milleti Çin'de tutsak idi. Türk milleti hanını bulmayınca Çin'den ayrıldı, han sahibi oldu. Hanını bırakıp yine Çin'e tutsak düştü. Tanrı şöyle demiş: Han verdim, hanını bırakıp tutsak düştün. Tutsak düştüğün için Tanrı öldürdü. Türk milleti öldü, bitti, yok oldu. Türk Sır milletinin yerinde boy kalmadı.

Ormanda, dışarıda kalmış olanlar toplanıp yedi yüz er oldular. İki bölüğü atlı idi, bir bölüğü yaya idi. Yedi yüz kişiyi idare edenlerin büyüğü şad idi; danışman ol dedi, danışmanı ben oldum, Bilge Tonyukuk. (Şadı) kağan mı yapayım diye düşündüm. Arık boğa ile semiz boğa arkada oldukça; semiz boğa mı, arık boğa mı bilinmezmiş diye düşündüm. Bunun üzerine, Tanrı akıl verdiği için onu ben kağan yaptım.
İlteriş Kağan olunca, Bilge Tonyukuk Boyla Baga Tarkan ile İlteriş, güneyde Çinli'yi, doğuda Kıtay'ı, kuzeyde Oğuz'u pek çok öldürdüler. Danışmanı, yardımcısı ben idim.
Çogay'ın kuzeyi ile Kara Kum'da oturuyorduk.
BİRİNCİ TAŞ (Güney Cephesi)
Geyik yiyerek, tavşan yiyerek oturuyorduk. Milletin karnı tok idi. Düşmanımız çevremizde ocak gibi idi, biz ateş idik.

Böyle otururken Oğuz'dan casus geldi. Casusun sözü şöyle idi: Dokuz Oğuz boyu üzerine kağan oturmuş; Çin'e Kunı Sengün'ü göndermiş; Kıtay'a Tongra Esim'i göndermiş. Şu haberi göndermiş: Azıcık Türk (Köktürk) boyu var; fakat kağanı yiğit, danışmanı bilgili. Bu iki kişi var oldukça seni, Çinliyi öldürecek, diyorum; doğuda Kıtay'ı öldürecek, diyorum; beni, Oğuz'u mutlaka öldürecek diyorum. Çinli, sen güney yönünden saldır; Kıtay, sen doğu yönünden saldır; ben de kuzey yönünden saldırayım; Türk Sır boyunun yerinde hiç kimse kalmasın; mümkünse hepsini yok edelim, diyorum.
Bu haberi işitince gece uyuyasım gelmedi, gündüz oturasım gelmedi. Bunun üzerine kağanıma arza çıktım. Şunu arz ettim: Çinli, Oğuz, Kıtay... bu üçü birleşirse biz kalırız. Dıştan sarılmış gibiyiz. Yufka iken delmek kolay imiş, ince iken koparmak kolay. Yufka kalın olsa delmek zor imiş, ince yoğun olsa koparmak zor. Doğuda Kıtay'dan, güneyde Çin'den, batıda batılılardan, kuzeyde Oğuz'dan gelecek iki üç bin askerimiz var mı acaba? Böyle arz ettim.
Kağanım, ben Bilge Tonyukuk'un arzını işitti, gönlünce idare et dedi. Kök Öng'ü çiğneyerek Ötüke ormanına doğru orduyu sevkettim. İnek ve yük arabalarıyla Togla'da Oğuz geldi. Üç bin askeri varmış. Biz iki bin idik. Savaştık. Tanrı yarlığadı, yendik. Irmağa döküldüler. Pek çoğu da dağıttığımız yerde öldü.
Ondan sonra Oğuz tamamıyla geldi. Türk milletini Ötüken yerine, beni, Bilge Tonyukuk'u Ötüken yerine yerleşmiş diye işiten güneydeki millet; batıdaki, kuzeydeki, doğudaki millet geldi.
BİRİNCİ TAŞ (Doğu Cephesi)
İki bin idik. İki ordumuz oldu. Türk milleti yaratılalı, Türk kağanı tahta oturalı Şantung şehrine, denize ulaşmış olan yok imiş. Kağanıma arz edip ordu gönderdim. Şantung şehrine, denize ulaştırdım. Yirmi üç şehir zaptettiler. Uykularını burada bırakıp seferde yatıp kalktılar.
Çin kağanı düşmanımız idi. On Ok kağanı düşmanımız idi. Kırgızların güçlü kağanı da düşmanımız oldu. Bu üç kağan anlaşıp Altun ormanında birleşelim demişler. Şöyle anlaşmışlar: Doğuda Türk kağanına doğru sefere çıkalım demişler. Eğer biz üzerine yürümezsek, eninde sonunda o bizi, kağanı yiğit, danışmanı bilgili olduğu için, eninde sonunda o bizi mutlaka öldürecektir. Üçümüz birleşip üzerine yürüyelim, hepsini yok edelim demişler. Türgiş kağanı şöyle demiş: Benim milletim oradadır demiş, Türk (Kök-türk) boyu yine karışıklık içindedir, Oğuz'u yine dardadır demiş.
Bu sözleri işitince gece yine uyuyasım gelmiyordu, gündüz yine oturasım gelmiyordu. 0 zaman düşündüm. İlkin Kırgız üzerine yürüsek daha iyi olur dedim. Kögmen yolu tek imiş; kapanmış diye işitip bu yoldan yürümek olmaz dedim. Kılavuz istedim. Çöllü Az eri buldum. Az ülke (sinde), Anı bel (inde bir yol var) mış; bir at yolu imiş, onunla gitmiş. Onunla konuşup bir atlının gitmiş olduğunu öğrenince bu yolla gitmek mümkün dedim. Düşündüm ve kağanıma;...
BİRİNCİ TAŞ (Kuzey Cephesi)
...arz ettim.
Ordu yürüttüm. At in dedim. Ak Termil'i geçince at bindirdim. At üzerine bindirip karı söktürdüm. Sonra atları yedeğe aldırıp yaya olarak ve ağaçlara tutuna tutuna yukarı çıkarttım. Öndeki eri çapraz yürüterek Ağaç olan tepeyi aştık. Yuvarlanarak indik. On gecede yandaki engeli dolaşarak gittik. Kılavuz yeri şaşırıp boğazlandı. Bunalıp "kağan, yetiş" demiş. Anı suyuna vardık. O sudan aşağı gittik. yemek için attan iniyor, atı ağaca bağlıyorduk. Gece gündüz dört nala gittik. Kırgızları uykuda bastık. Uykularını mızrakla açtık. Hanı, ordusunu topladı; savaştık ve yendik. Hanlarını öldürdük. Kırgız boyu kağana teslim oldu, baş eğdi. Geri döndük, Kögmen ormanını dolaşarak geldik.
Kırgız’dan döner dönmez Türgiş kağanından casus geldi. Haberi şöyle idi: Doğudan kağana sefer edelim. Biz yürümezsek onlar bizi, kağanı yiğit, danışmanı bilgili olduğu için eninde sonunda onlar bizi mutlaka öldürecek, demiş. Casus, türgiş kağanı çıkmış dedi, On Ok boyu eksiksiz çıkmış dedi: Çin ordusu da varmış.
Bu haberi işittiğimiz sırada katun (kraliçe) vefat etmişti. Kağanım, ben eve ineyim, onun yoğ törenini yapayım dedi. Orduya “gidin Altun ormanında oturun” dedi. “Ordunun başında İni İl Kağan, Tarduş şadı gitsin” dedi. Bilge Tonyukuk’a, bana şunları söyledi : “Bu orduyu ilet” dedi, “ben sana ne söyleyeyim. Kararı istediğin gibi ver” dedi; “gelirse göreceği var, gelmezse haberciyi ve haberi alarak otur” dedi.
Altun ormanında oturduk. Üç casus geldi. Haberleri bir: Kağan orduyu çıkardı. On Ok eksiksiz çıktı. Yarış ovasında toplanalım demişler. Bu haberi işitince haberi kağana yolladım. Handan haber geldi: “Oturun, öncüyü ve nöbetçiyi iyice düzenleyin, baskın yapmayın” demiş. Bögü Kağan bana böyle haber yollamış. Apa Tarkan’a ise gizli haber göndermiş. Bilge Tonyukuk kötüdür, kindardır; yanılır; orduyu yürütelim diyecek; kabul etmeyin.
Bu haberi işitince ordu yürüttüm. Altun ormanını yol olmaksızın aştık. İrtiş ırmağını geçit olmaksızın geçtik. Gece de yol aldık ve Bolçu’ya şafak sökerken ulaştık.”
İKİNCİ TAŞ (Batı Cephesi)
“Haberciyi getirdiler. Sözü şöyle idi: Yarış ovasında yüz bin Asker toplandı dedi. Bu sözü işitince beğler, hepbirlikte geri dönelim, zayıfın utancı daha iyidir dediler. Ben şöyle dedim; ben, Bilge Tonyukuk: Altun Ormanını aşarak geldik, İrtiş ırmağını geçerek geldik. Gelenler yiğit dediler duymadılar; tanrı, Umay, mukaddes yer su üzerine çöküverdi. Niçin kaçıyoruz? Çok diye niçin korkuyoruz? Azız diye niçin kendimizi küçümsüyoruz? Hücum edelim dedim. Hücum ettik ve yağmaladık.

İkinci Gün ateş gibi kızıp geldiler. Savaştık. Bizden iki ucu, yarısı fazla idi. Tanrı yarlığadığı için çok diye korkmadık ve savaştık. Tarduş şadına kadar kovalayıp dağıttık. Kağanını tuttuk; yabgusunu, şadını orada öldürdük. Elli kadar er yakaladık. Hem o gece halkına haber gönderdik. O haberi işitip On Ok beğleri, halkı hep geldi, baş eğdi. Halkın birazı kaçmıştı. Gelen beğleri ve halkı düzenleyip toplayarak, On Ok ordusunu yürüttüm. Biz de yürüdük. Anı’yı geçtik. İnci ırmağını geçerek Tinsi oğlu denen ebedi Ek dağını aşırdım.”
İKİNCİ TAŞ (Güney Cephesi)
Demir Kapı’ya kadar gittik. Oradan geri döndük. İni İl Kağan’a... Tacikler, Toharlar... ondan berideki Suk başlı Soğdak kavmi hep gelip baş eğdi.

Türk milletinin Demir Kapı’ya , Tinsi Oğlu denen dağa ulaştığı hiç vâki değildi. O yere, ben Bilge Tonyukuk ulaştırdığım için sarı Altın, beyaz Gümüş, kızıl yak öküzü, eğri deve, mal sıkıntısızca getirdik.
İlteriş kağan, bilgisinden dolayı, yiğitliğinden dolayı Çin ile on yedi defa savaştı. Kıtaylarla yedi defa savaştı. Oğuzlarla beş defa savaştı. Bu savaşlarda da danışmanı hep ben idim. Kumandanı da yine ben idim. İlteriş Kağan’a, Türk’ün hakim kağanına, Türk’ün bilgili kağanına.”
İKİNCİ TAŞ (Doğu Cephesi)
Kapgan Kağan... Gece uyumadı, gündüz oturmadı. Kızıl kanımı dökerek, kara terimi akıtarak işimi gücümü hep ona verdim. Öncüleri yine uzaklara gönderdim; hisarları, gözcüleri çoğalttım; basılan düşmanı getirdim; kağanım ile seferlere çıktık. Tanrı korusun, bu Türk milletinin içinde silahlı düşman dolaştırmadım, damgalı at koşturtmadım. İlteriş Kağan kazanmasaydı, onun ardından ben kazanmasaydım il yine, millet yine yok olacaktı. O kazandığı için, ardından ben kazandığım için il yine il oldu, millet yine millet oldu.

Ben artık yaşlandım, kocadım. Her hangi bir yerdeki kağan sahibi bir millete benim gibisi olsa ne sıkıntıları olabilir?
Türk Bilge Kağan ilinde yazdırdım. Ben Bilge Tonyukuk.”

kaynak: http://www.diyadinnet.com

23 Ocak 2014 Perşembe

Yedikule'de kanlı kule kanlı kuyu: Genç Osman'ın katli


II. Osman, 1622 yılı mayısında Yeniçeriler, Sipahiler isyan edince Üsküdar’a geçmek istedi. Bursa’ya gidecek ve önlemler alacaktı. Fakat isyancılar hiç kayık bırakmamıştı. II.Osman, Yeniçeri Ağasının bulunduğu Ağa Kapısı’na gitti. Yeniçeri Ağası Ali Ağa, isyancılara para verilirse yatışacaklarını söyledi ve kapıdaki kalabalığın önüne çıktı. “Sultan Osman ocağımıza sığındı. Sultanımız bahşiş verecek” dediği anda çevresinde toplananlar saldırıp parçaladılar, ardından II. Osman’ı Ağa Kapısı’nda saklandığı yerde bularak esir aldılar. II. Osman giyinik bile değildi, üzerinde geceliği vardı, başı açıktı. Bir asker külahını, bir asker de ayağındaki ayakkabıları padişaha verdi, bir ata bindirip Orta Camii’ye getirdiler. II. Osman geçerken çevredekiler bağırıyordu: Osman Çelebi, meyhaneleri basıp Yeniçerileri, Sipahileri denize atmak olur mu?
Kaleyi fethedemedi
II. Osman, Hotin kalesini Yeniçerilerin davranışları yüzünden fethedememişti. Onlara kırgın, kızgındı. Yeniçeriler de ona... Ve şimdi intikam almak ister gibiydiler. Bazı yeniçeriler padişaha karşı gene de saygılı davranıyordu ama hepsi değil. Hatta Altıncıoğlu adında biri padişahı elle taciz etmek cüretinde bulundu. Sözlü ve fiili hakaretlerle II. Osman, Aksaray’daki Orta Camii’ye getirildi. II. Osman’ın yerine tahta çıkarılan I. Mustafa camideydi. I. Mustafa, Davut Paşa’yı sadrazam yapmıştı. Davut Paşa ve I. Mustafa’nın annesi II. Osman’ın öldürülmesini istemekteydiler.
Yalvaran padişah 
Sadrazam Davut Paşa’nın işareti ile cebecibaşı, II. Osman’ı boğmak için üzerine kemend attı. Genç hükümdar kemendi yakaladı. Padişahın öldürülmesini istemeyenler bu davranışa tepki gösterdiler: Ne yapıyorsunuz? Padişahın öldürüldüğü duyulursa halk bize karşı tepki gösterir! II. Osman durumun ne kadar tehlikeli olduğunu görmüştü, bağırarak kendisini beklediğini artık gördüğü kaderden kaçmak istedi: Bilmeden size kötülük ettiysem beni affedin. Bakın daha dün padişah idim. Bugün ne hale geldim. Benim halimden ibret alın. Dünya kimseye kalmaz. Şimdiye kadar kimse padişahına karşı böyle davranmadı! Ama II. Osman’ın acıklı durumu ve etkili konuşması kalabalığı yatıştırmaya yetmedi. Onu, kalabalığın olmadığı bir yerde öldürmek istediler, bir pazar arabasına koyarak Yedikule’ye götürmeye karar verdiler. Binyaz adlı pehlivan yapılı bir görevli muşta ile II. Osman’a vura vura onu bir arabaya koydu. II. Osman dehşet içindeydi. Gözyaşları içinde sesleniyordu: Ocağınıza geldim. Size sığındım. Beni Yedikule’ye götürmeyin. Beni sarayda kafes ardında tutun!
Kemendle boğmak istedi 
Yeni hükmadarın ve veziriazam Davut Paşa’nın onu sağ bırakmaya niyetleri yoktu. Hakaratler, bağırışlar içinde II. Osman Yedikule’ye götürüldü. Onu getirenler arasında Kilindir Uğrusu denilen bir şahıs da vardı. Sadrazam Davut Paşa, cebecibaşı ve birkaç adamı da Yedikule’ye gelmişti. Yedikule’de kanlı kuyunun bulunduğu kuleye girdiler. II.Osman genç ve güçlü kuvvetli idi. Kulede dar ve alçak kapılı karanlık bir yere onu zorla içeri soktular. Ardından içeri girmek isteyenlere karşı genç padişah bütün gücüyle direndi. Dışarıdakilerin meşalesi ortalığı biraz aydınlatıyordu ama oda hala karanlıktı. Cebecibaşı birkaç defa kemend atarak onu boğmaya çalıştı ise de başarılı olamadı.
Etme bulma dünyası
Padişahların kanının akıtılması yasak olduğu için silah kullanamıyorlardı. Kilindir Uğrusu denen subaşı kethüdası onun husyelerini sıkmak suretiyle direncini kırdı. II. Osman karanlık, kapkaranlık odada bu vaziyette şehit edildi. Ölümünün kanıtı olarak kulağı kesildi yeni padişahın annesine götürüldü. Osmanlıtarihçileri II. Osman’ın katledilmesi ile Kapalıçarşı’da büyük bir yangının çıkması, soğuklar nedeniyle Boğazın donması ve kıtlık çıkması, bir meteorun düşmesi gibi gelişmeler arasında bağlantı kurmaktadır. Etme, bulma dünyası denir. Günümüzde Yedikule’de karanlık zındanları ziyaret edenler şu olayları da hatırlamaktadır. II. Osman, Hotin seferine giderken kardeşi Mehmet’i boğdurtmuştu. Şehzade Mehmet çok genç ve güzel bir insandı. Kendisini boğmak üzere odasına Yeniçeriler girdiği zaman ağabeyine “Osman, dilerim ömrün ve saltanatın berbat olsun” diye beddua etmişti.
Katledenler de öldürüldü 
Yedikule’de II.Osman’ın boğulduğu hücrenin biraz üstünde Kanlı Kuyu denilen yer vardır. Bu kuyunun yanındaki bazı direklerin aşınma şekli direnen insanların, tırnaklarının izlerini taşıyor gibidir. Bir zaman sonra, II. Osman’ın katlinden sorumlu olan Davut Paşa da, aynı yerde padişahın ölümünden sorumlu tutularak boğularak öldürüldü. II. Osman’ın yerine tahta çıkan I. Mustafa başarılı olamadı. Görevinden alındı, sarayda hapsedildi ve yıllarca hapis hayatı yaşadı.
(17.02.2013 tarihli Posta Karnaval'dan alınmıştır.)

13 Kasım 2012 Salı

YAVUZ SULTAN SELİM HAN'IN İHANETE CEVABI


Bir Gün Padişah Yavuz Sultan Selim pazarda gezerken keklik satılan bir tezgah görür ve keklik satılan tezgaha yönelir. Bütün keklikler 1 altındır fakat bir tanesi ayrı bir kafes içinde ve 100 altındır.

Yavuz Sultan Selim sorar:

-Bunlar 1 altın da bu neden 100 altın?

Satıcı:
-Hünkarım 100 altınlık olan ötüşüyle diğer keklikleri kendine çeker ve yakalanma...larını sağlar.

Yavuz Sultan Selim 100 altını çıkarıp adama verir ve
-Ver o kekliği bana! der.

Herkes şaşkınlık içinde napacak acaba koca Padişah bir kekliği diye düşünürken Yavuz Sultan Selim kekliğin kafasını tuttuğu gibi gövdesinden ayırıverir ve der ki:

-KENDİ IRKINA İHANET EDENİN SONU BUDUR!!!

23 Ekim 2012 Salı

OSMANLI HOŞGÖRÜSÜ

Anadolu'da erken dönem boyunca Sufi tarikatla Ahi teşkilatı kuvvetli bir şekilde birbirine
bağlıydı. Zanaatkar Loncaları olarak bilinen bu teşkilat, ağırlıklı olarak esnaflar 
tarafından oluşturuluyordu. Anadolu toplumunda gerçekleştirilen sosyal ve kültürel roller,
Sufi dervişler tarafından sergilenen rollere benzerdi, fakat yaşam tarzları bakımından
lonca (futuvva) teşkilatının geleneğinin alışkanlıkları ve davranışları ile yakın ilişkiliydi. 
Diğer bir deyişle, korumak ve desteklemeye istekli oldukları bir şövalye toplumu 
yaratmaya çalıştılar. Yoldan geçenleri ve muhtaçları tam bir coşku ve mutlulukla
ağırladıkları kendi zaviyeleri vardı. İnsanları tedavi ederken, ırkları, inançları veya 
dinlerini dikkate almadılar. Erken dönem Osmanlı Hükümdarlarının Ahi teşkilatını 
teşvik etmesi ve desteklemesi bu bağlamda açıklayıcıdır. Nitekim, Ahi teşkilatı Osmanlı 
Devleti'nde sosyal bağların sağlamlaşmasında çok önemli bir rol oynadı ve bu da 
siyasi istikrara dönüştü. Orhan özellikle hoşgörünün yayılması ve devleti 
desteklemede her iki grubun da önemli rolü olduğunun farkında olarak, Sufi 
tarikatlarına yaptığı gibi Ahilik teşkilatına da özel ihtimam göstermiş ve desteklemişti. 
Ahi teşkilatlarının faaliyetlerini finanse etmek için vakıflar tayin etmişti.

İslam'ın gerçek hoşgörü ruhunun yayılmasında Ulema'nın rolü son derece önemlidir. Devlet tarafından desteklenen ve koruma altına alınan Sufi zaviyelerinin ve Ahi loncalarının hoşgörünün yayılmasında önemli payı vardı. Ayrıca, Sufi ve Ahi kuruluşları, kültürel çeşitliliğin ve sosyal uyumun yaratılmasına da katkı sağlamıştır. Bu faktörler, farklı kültürlerden, ırklardan ve dinlerden insanlar arasında yapılan evliliklerle de desteklendi. Büyük çoğunluğu Hanefi mezhebinden gelen Osmanlı şeriat yasaları, değişen zamana, farklı yerlere ve koşullara göre uyarlandı. Gerçekten de tüm bu faktörler, bu dönemde olağanüstü bir hoşgörü ve kültürel çeşitliliğe model oluşturmak için birleşmişti.

Dr. Abdel-Rahman Ahmed Salem
(Osmanlı Hoşgörüsü, Timaş Yayınları,
İstanbul, 2012, Bölüm İki, sf. 67-68-72.)

LALE DEVRİ VE ETKİLERİ


1730 yılında 1 Ekim günü padişah III. Ahmed uzun saltanatından sonra tahttan indirildi. Daha önce Edirne Vakası dediğimiz ayaklanma ile tahtından olan II. Mustafa’nın ana bir (Gülnuş Emetullah Sultan), baba bir  kardeşidir. Babaları IV. Mehmed de (Avcı) onlar gibi tahttan indirilmişti. II. Viyana bozgununu izleyen yıllar birkaç padişahı tahtından etti ve Topkapı Sarayı’nın Harem girişindeki şemşirlik denen tahtsız hünkar hapishanesine misafir oldular. Lâle Devri’nin mimarı ünlü reformcu ve Babıâli diktatörü diyebileceğimiz Nevşehirli Damad İbrahim Paşa bir zaman önce padişah tarafından Patrona Halil’in azgın isyancılarına teslim edilmişti. Sokak kalabalığının kini söndürülemiyordu. Şair Nedim’i bile hedef gösterdiler. Soylu bir aileden gelen ve medrese tahsilli, Türk edebî dilini İstanbul halkının diliyle birleştiren ünlü şairimiz damlardan kaçarken düşüp öldü.

18. asır başındaki Osmanlı medeniyetinin sokak kitleleri tarafından tahribi bir faciadır
Bizim okul tarihlerinde Lâle Devri çok karalanarak anlatılmaz ama tam rengi de verilmez. Lâle soğanının çok para ettiği, zevk-ü sefanın arttığı, mimaride bazı yeniliklere gidildiği belirtilir. Bu bölümün kavramsal bütünlüğü dışında itfaiyenin kurulması, orduda ıslahat ve mühendishaneler açılması gibi hareketlerle birlikte matbaadan da bahsedilir. Hiç şüphesiz ki tarih sadece tarihi gerçek dediğimiz olayların ve belgelerinin tesbiti değildir. Ön planda onların birleştirilerek yorumlanması ve çizilmesidir. Lâle Devri eksik çizimdir ve hatta yanlıştır. Lâle soğanını yeni melez türlerle geliştirildiği, korkunç pahalı yeni türlerin elde edildiği doğrudur. Bu sırf İstanbul’a ait bir olay değildir. Hollanda bunu çok daha önceden, daha büyük kumara varan yüksek meblağlarla yaşamıştır. Öte yandan lâle yetiştirmek mahalle kasabından devrin parlak alimine kadar bütün Türklerin ortak uğraşısıydı; İstanbul bahçe kültürüne girmişti.

Matbaanın yanında Avrupa barok mimarisinden ve bizim teknikçe önümüzde olan İran resim sanatından gelen etkilerden pek söz edilmez. Dahası Profesör İnalcık’ın UNESCO dizisinden çıkan Dimitri Kantemir kitabı önsözüne kadar İstanbul’da Batı’ya ve Doğu’ya açılan yeni Osmanlı aydın elitinden söz edilmediği de açıktır. Galata kadısı Mehmed Esad Efendi ki aslen Giritli’dir, Rumca bilirdi, Yunanlılarda bile görülmeyen bir gayretle Latince’yi sevip öğrenmiştir. Ve İbrahim Müteferrika matbaasına musahhih (redaktör) olarak girmiştir. Nefioğlu diye bir Müslüman Türk münevver Latince bilmektedir. İstanbul’daki Dimitri Kantemir ve Fenerli Mavrokordato kardeşlerle adeta kardeş gibidir. Antoine GallandHezarfen Hüseyin Efendi’nin Latince-Yunanca bilgisi ve umumi tarih araştırmasından hayranlıkla söz ediyor.

Osmanlı tarihçilerinin barok devir diye adlandırdıkları bu dönemde Türkiye Batı’nın matematik, mühendislik, tıp ve veterinerliğini öğrendi. Hepsi Batı tesiri değildir. İnsanların kendileri bu işi merak ediyorlardı. Katip Çelebi gibi her şeyi bilen bir büyük leksikograf-bibliyograf bu dönemin girişidir.18. asır başındaki Osmanlı medeniyetinin sokak kitleleri tarafından tahribi bir faciadır ama durmayan bir değişimdir. Kurulu Osmanlı düzeni yolundan ayrılmayacağını yeni padişah I. Mahmud’un gizli emriyle o gün saraydaki bir toplantıda bütün Patrona takımını kılıçtan geçirerek gösterdi.

Hiç şüphesiz ki bu devir 1711 Prut Zaferi ve 1718’deki Pasarofça Antlaşması’yla başlayan bir sulh döneminin eseridir ve Osmanlı çağdaşlaşma asrı sonradan tarihçi Ahmet Refik’in koyduğu bir isimle Lâle Devri diye anılmaktaysa da kendi başına zamanda sınırlı bir olgu değildir.

İlber Ortaylı
(Milliyet, 30.09.2012)

27 Eylül 2012 Perşembe

YAVUZ FARKI

Yavuz SuLtan SeLim döneminde bir KraL Yavuz SuLtan SeLim'e koskocaman bir kutu göndermiştir.
Yavuz SuLtan SeLim bu kutuyu açmış içinden başka bir kutu o kutuyuda açmış içinden başka bir kutu böyLe böyLe ortada küçücük bir kutu kaLmıştır Yavuz SuLtan SeLim kutuyu açtığında iğrenç bir manzarayLa karşıLaşmıştır kutunun içinde utanmaz zorba KraL'ın dışkısı vardır gayet tabii bu açık bir şekiLde Savaş Açma dır.
Yavuz SuLtan SeLim savaş açıcaktır ancak savaşdan önce bu KraL'a bir cevap veriLmesi gerekiyordu ne yapsam ne etsem diye düşünürken akLına bir fikir geLmiş ve Bu fikri uyguLamıştır Yavuz SuLtan SeLimde koskocaman kutunun içinde küçücük bir kutu kaLıcak şekiLde [Matruşka gibi] bir kutu dizayn ettirmiştir.
En küçük kutunun içinde ise Türk Lokumu vardır ve Türk Lokumunun yanındada kısa bir Not
Not ise şuydu.


''Herkes Yediğinden İkram Eder!..''